LOVE, DEATH & ROBOTS – VOL. 2


Tim Miller, David Fincher (2019-)


IMDb: 8,5


TÜR: Animasyon


Tim Miller ve David Fincher’ın yapımcılığını ve yaratıcılığını yaptığı, yetişkinlere yönelik animasyon antolojisi Love, Death & Robots’un ikinci sezonu geçtiğimiz günlerde Netflix’te yayınlandı. İlk sezonuyla izleyicisini etkilemeyi başararak adından sıkça söz ettiren ve animasyon dünyasına yeni soluk getireceği düşüncesiyle heyecanlandıran, Love, Death & Robots’un 2. Sezonu, ya da Netflix’in deyimiyle 2. Cildi, ne yazık ki beklenenin çok altında ve sonu bir türlü bağlanamayan yarım kalmış hissiyatlı bölümlerle doluydu. İlk sezona göre bölüm sayıları düşmesine ve buna rağmen bölüm uzunlukları 10 dakikanın altında kalmasına rağmen umulan çıkışı bir türlü yapamadı. Sekiz bölümden oluşan ikinci sezon, ilk sezonda işlenenlere benzer temalardan beslenerek çoğu zaman teknolojinin yaratmış olduğu distopik evrenler içerisinde bir gezintiye çıkarıyor. Animasyon türüne dair birçok teknikle yaratılmış farklı stil çalışmalarını görebildiğimiz dizinin ikinci sezonunun, ilk sezonun üzerine çıkmayı başaramamasından dolayı hayranlarını tam anlamıyla tatmin ettiği söylenemez. İlk sezon sonrası beklentiler ister istemez yükselmişti. Dizinin ikinci sezonu kötü olmamasına rağmen denenen teknik ve görsel stiller hariç tutulduğunda işlenen temalar yönünden aynı fikirleri tekrar ediyor hissiyatı veriyor. İlk sezonda yer alan The Witness, Zima Blue gibi hem görsel stilleriyle hem de fikirleriyle etkileyen vurucu bölümler bu sezonda yer almıyor. Kısacası, ilk sezon kadar felsefi derinliğe sahip değil. O kadar etkileyici senaryolar içermiyor. Yine de animasyon tekniklerinin nasıl geliştiğini görmek ve yetersiz de olsa bazı bölümleri izlerken keyif almak sizin elinizde. İkinci sezon bütün olarak ele alındığında, seyircisi için bir zaman kaybı olmadığı açık, ancak ilk sezonda deneyimlenen seyir heyecanı bu sezon için geçerliliğini koruyamıyor.

Kontrolü ele alan yapay zekâlı makineler, modifiye edilmiş daha güçlü insanlar, neredeyse ölümsüzlüğe erişmiş insanların yalnızlığı, vücudunun benzersiz yapısı nedeniyle avlanan bir ölümsüzün macerası, neden var olduğu bilinmeyen zombiler, Noel Baba’nın gerçek yüzü, ölümle burun buruna gelen birinin korku dolu anları ve son olarak farklı gözlerden benzersiz ama aynı zamanda bir o kadar da bizlere benzer bir bedenin çürümeye yüz tutan yolculuğu:

 

Bölüm 1: “Automated Customer Service”

Teknolojinin başımıza iş açacağı konusunun daha önce milyonlarca farklı şekilde işlenmesini bir kenara bırakırsak, bunun dümdüz ve kıvrak zekâdan uzak halini ilk bölümde karşımıza koymalarına ben biraz iyimser bakmıştım. İlk bölümün günahı olmaz devamında dizi gittikçe kendine katar ve daha iyi bölümler izleriz diyerek kendimi avuttuğumu ve bu bölümde olduğu gibi sonrasında da istediğimi bulamadığımı söyleyebilirim.





Bölüm 2: “Ice”

Başlarken cidden değişik bir tema gibi duruyor fakat bölüm ilerledikçe ne kadar tırt ve klişe bir bölüm olduğunu yüzünüze yüzünüze vuruyor. Animasyon kalitesine kesinlikle gram lafım yok, kusursuzdu fakat sırf 30 saniyelik bir kısmı görebilmek için 15 dakikalık bir bölüm izlemek gereksizdi. Bölümde nasıl yapıldığı gösterilmiyor ama insanların hepsi genetik olarak modifiye edilmiş. Sadece ana karakterimiz sedge, dümdüz insan. Bu nedenle güç ve çeviklik olarak kendisinden çok daha ileride olan yaşıtlarıyla bağ kuramıyor. Bu bölümün teması da genel olarak böyle işliyor. Ancak atmosferin karanlığına ve soğuğuna rağmen sedgewick’in kardeşi fletcher, ekibin koşması sırasında sakatlanmış gibi yapıyor. Anın paniğiyle sedge de kardeşini kurtarıyor. Bölüm sonunda izlediğimiz balinalar ile birlikte sedge özgüvensizliğini aşıyor ve ekibe kabul süreci başlıyor. Şahane görünen elektrikli neon balinalar gibi sedge de yaşıtlarıyla arasındaki buzları kırmış oluyor.



Bölüm 3: “Pop Squad”

Sezonun en iyi bölümlerinden birisi olan Pop Squad, nüfusun bir grup tarafından kontrol altında tutulduğu bir dünyada çocuk sahibi aileleri yok eden bir ekipte yer alan Briggs’in hikâyesine odaklanıyor. İnsanlar sonsuza dek yaşamanın çözümünü çocuk sahibi olmaktan vazgeçerek elde ediyor. Kelimenin tam anlamıyla bulutların üzerinde yaşıyorlar ve yeryüzünde yaşanan dehşetten habersizler. Toplumun geri kalanı, masum çocukları öldürmek ve ebeveynleri tutuklamakla görevli olanlardan kaçmak zorunda kalıyor. Bu nüfus kontrolünün korkunç sonuçları düşünüldüğünde, daha fazla memurun Briggs gibi değişime açık olmaması şaşılası bir durum. Memur Briggs’in yaşadığı değişim kurulan dünyadaki döngünün kırılabilmesinin yollarını açarak değişimin ancak uzun vadede gerçekleşeceğinin de sinyallerini veriyor. Hem hikâyesi hem animasyon kalitesi hem de yarattığı dünya ile Pop Squad, gerçekten bizi etkilemeyi başardı.



Bölüm 4: “Snow in the Desert”

En iyi bölümlerden bir diğeri olan bu bölüm Snow’un hikayesini anlatıyor bize. Yerel bir barda karşımıza çıkan Snow; yalnız, gezgin bir kaçaktır ve peşinde ödül avcıları vardır. Ödül avcıları Snow’u bulur ve saldırır. Hirald adında bir kadının yardımıyla kaçmayı başarır. Snow kendini yenileyebilmektedir ve bu yüzden bilim insanları ve ödül avcıları DNA’sının kopyalanabilmesi için peşindedir. Bölümde hikâyeden ziyade fotogerçekçi animasyonla stil üzerinden oldukça büyük bir etki yaratılıyor. Konusu ve animasyon tekniği ile Love, Death & Robots bölümü olmanın hakkını verdiğini söylemek mümkün.


Bölüm 5: “The Tall Grass”

Genel olarak sezondaki nadir korku hikâyelerinden biri olan The Tall Grass ortalama bölümlerden biriydi. Burada tren ve kostümler ile eski dönemlerin estetiğine göz kırpmışlar. Ancak yine de, ucu hiçbir yere bağlanmayan içinde derin bir anlam bulamadığımız, olmasaydı da olurdu tadında bir bölüm olmuş bu. Kötü demiyorum ama çerezlik, derin anlamlar aramadığımız bir bölümdü.



Bölüm 6: “All Through the House”

Noel babanın aslında canavar olması değişik bir yaklaşım olmuş. Noel Baba’nın değişik sesler çıkaran, hırıltılı, yabancı bir yaratık olduğu fikri hem büyüleyici hem de dehşet verici. Hediyeleri sunuş şekli, kara mizahının bir parçası. Fazla uzatmadan da güzel bir şekilde sonlanan bir bölüm. En kısa bölüm olmasına rağmen, All Through the House, tutarlı bir hikâye anlatmak için nasıl uzun bir süreye ihtiyaç duymadığınızın bir örneği. Hatta bu bölüm tam benim Love, Death and Robots’dan beklediğim şey, farklı bakış açıları ile kısa ve öz bir hikaye. Bölümün son cümlesi de özellikle çok etkileyiciydi: “Ya yaramaz bir çocuk olsaydık ne olurdu?” Bu cümle beni o kadar tatmin etti ki, bölümü sevme sebebim kesinlikle bu cümledir.




Bölüm 7: “Life Hutch”

Son yıllardaki en sevdiğim aktörlerden biri olan Michael B. Jordan’ı, böyle bir hikâyede harcamaları gerçekten çok üzüyor beni. Artık bölümün tüm bütçesi Michael B. Jordan’a gittiğinden iyi bir yazar mı tutamışlar nedir, dünyanın en sıradan bilimkurgu öyküsüyle çıkmışlar karşımıza. Bu bahsettiğim, makinaların delirerek insanlara saldırma hikâyesi o kadar sıradan ki aynı sezon içerisinde hem ilk bölümde hem de bu bölümde olmak üzere iki kere kullanmışlar. Ara sıra izleyiciye kısa kısa flashbackler (geriye dönüşler) veriyorlar fakat bunların gram katkısı yok hikayeye. Ancak Michael B. Jordan’ın yer aldığı bu bölüm, animasyonun tekniği ve gerçeğe bu kadar yakın olması bakımından çok etkileyici.



Bölüm 8: “The Drowned Giant”

Açıkçası benim şahsen favorim olan bu bölüm; J.G. Ballard‘ın öyküsünden esinlenerek bir fırtına sonrası kıyıya vurmuş dev bir cesedin insanlıkla buluşmasını ele alan bölüm, muhteşem bir şekilde işlenmiş, büyüleyici bir anlatıma sahip. Bir bilim insanı olan Steven’ın nerdeyse belgesel tarzı anlatımıyla dinlediğimiz hikâyede, Steven araştırmacı olarak kıyıya vuran devi görmeye gelen kalabalığın arasında yerini alanlardan sadece biri. Toplumların daha hızlı, daha büyük ve daha fazlanın peşinde olduğu ve isteklerimizde bireysel hareket etmenin neredeyse unutulduğu çağımızda dev bir cesedin bile tüketim toplumu içerisinde reklam konusu yapılabilmesi insanlığın geldiği noktayı gözler önüne seriyor. İnsan ve onun doğaya karşı tutumu için bir alegori görevi gören devin hikâyesi kesinlikle ağır temposuna rağmen izleyiciyi derinden etkilemeyi başarıyor. Bölüm boyunca da insanların kendilerinden farklı olana karşı aldıkları tavrı ve genel olarak duyarsızlıklarını görüyoruz. Bölümle ilgili bir şikayetim de var, o da bölümün ilgimi çekmesinden ve daha çok şey görmek istememden kaynaklanıyor. Keşke dev hakkında bir şeyler öğrenebilseydik, en azından temel, basit soruların cevaplandırıldığını görmek isterdim. Mesela, nereden ve nasıl geldi? Devle ilgili bilimsel testler, insanlarla aralarındaki benzerlik ve farklılıklar nelerdi? Düşmanca mı dostça mı davranırdı insanlara? Merak ettiğimiz bazı şeyleri görmek isterdim.

Yorumlar

  1. Dizi hakkında neredeyse aynı izlenimlere sahibiz. Site çok iyi devamını bekliyorum

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

FLEABAG HAKKINDA BİLMENİZ GEREKEN 11 DETAY

PEAKY BLINDERS HAKKINDA BİLMENİZ GEREKEN 15 DETAY

THE LORD OF THE RINGS: THE RETURN OF THE KING İNCELEMESİ

MARTIN SCORSESE'E GÖRE MUTLAKA İZLENMESİ GEREKEN 25 FİLM

THE LORD OF THE RINGS: THE TWO TOWERS İNCELEMESİ

21. YÜZYILIN EN İYİ 30 OYUNCU PERFORMANSI

QUENTIN TARANTINO / AUTEUR YÖNETMENLER -2-

HER İNCELEMESİ

SİNEMA VE FELSEFE SEMPOZYUMU

CHRISTOPHER NOLAN “SİNEMANIN ALTIN ÇOCUĞU” / AUTEUR YÖNETMENLER -1-