THE LORD OF THE RINGS: THE TWO TOWERS İNCELEMESİ
PETER JACKSON,2002
IMDb: 8,7
SÜRE: 2 Sa 59 Dk /
3 Sa 55 Dk (Extended)
TÜR: Fantastik,
Macera, Aksiyon, Dram
OYUNCULAR: Elijah
Wood – Frodo Baggins, Ian McKellen – Gandalf, Viggo Mortensen – Aragorn, Andy
Serkis – Gollum, Orlando Bloom – Legolas, John Rhys-Davies – Gimli, Christopher
Lee – Saruman, Sean Astin – Samwise Gamgee, Billy Boyd – Peregrin Took, Dominic
Monaghan – Meriadoc Brandybuck, Bernard Hill – Theoden, Miranda Otto – Eowyn,
Karl Urban - Eomer
Serinin birinci filmi Yüzük Kardeşliği’ndeki karakter, ırk ve genel olarak Orta Dünya tanıtımından sonra aksiyon bu filmde başlıyor diyebilirim. İlk filmin aksine artık herkes kendi başının çaresine bakmak zorunda, ortada bir Yüzük Kardeşliği kalmadı, bölündü. Kendini savunamayan karakterler için bu filmde korunurluk hissi yok, hepsi her an bir tehlikeyle karşı karşıya kalabilirler. Biliyorsunuz ki filmler giriş, gelişme ve sonuç kısımlarından oluşur. Bu üçlemeye de ben birinci film giriş, ikinci film gelişme ve üçüncü film sonuç kısmı olarak bakıyorum. Çünkü filmler zaten birbirinin devamı olarak işleniyor, diğer üçlemeler gibi her filmde farklı bir konuyu işlemiyor. Demem o ki; serinin bu ikinci filmini, aşağı yukarı 12 saatlik uzuuun bir filmin orta kısmı, gelişme kısmı olarak değerlendirelim. Bu filmde yeni karakterler, yeni setler, yeni sahnelerle birlikte, kendi kişisel yolculukları içerisinde değişimine şahit olduğumuz hobbitlerin bir yandan karakter gelişimini izliyoruz. Saruman’ın yenik düştüğü arzuları sonucu kendi sonunu getirmesini izliyoruz. Bu film, ilk filmde bize verilen birçok öge, birçok karakter, birçok mekanın üzerine biraz daha katarak ilerliyor.
Filmde karakterlerimiz grup grup bölündüğü için ben de o
şekilde devam edeceğim. İlk olarak Frodo, Sam ve Gollum üçlüsünden başlayalım. Yüzüğü
taşımanın Frodo için gittikçe daha zor bir hale geldiğini görüyoruz. Frodo
yüzüğü taşımaya devam ettikçe, daha çok acı çekiyor. Yüzüğün de kendi iradesi
olduğu için o da artık Sauron’a gitmek istiyor. Frodo, bazı görüntüler görüyor,
yüzük yavaş yavaş Frodo’yu da etkisi altına almaya başlıyor. Frodo’yu tek
başına gönderme fikri ilk bakışta mantıksız geliyor. Frodo ya da Sam
kendilerini olası bir tehlikede savunabilecek, koruyabilecek karakterler
değiller. Frodo, ana kahramanlarımızdan biri olmasına rağmen, savaşçı ya da
güçlü gibi özellikleri taşımıyor. Bu açıdan kalıp yıkıcı bir seçim olmasıyla
beraber, taşıyıcı olarak seçilmesinin ve tek başına yola devam etmesinin
mantıklı sebepleri de var. Hem yüzüğün kimde olduğunu Sauron’un bilmemesi gibi
avantajları var, hem de Hobbit’lerin küçük yapılarından dolayı dikkat çekmeme
gibi avantajlar var. Bu sıralarda Gollum artık filme tam olarak giriyor. Sam,
Gollum’a hiç güvenmiyor ve Elf ipiyle onu bağlayıp arkasında süründürüyor. Bu
sahnelerde, Gollum’a acımadım desem yalan olur. Frodo’da ona acıdığını belirtiyor.
Çünkü Gollum’un önceden Smeagol adında bir Hobbit olduğunu, onun yüzük yüzünden
tükendiğini ve bu hale geldiğini biliyor. Yüzük yavaş yavaş Frodo’yu da
etkilemeye başladığı için Gollum’u anlayabiliyor, onunla empati kurabiliyor. Onu
kurtarabileceğini düşündüğü için ona iyi davranıyor. Her ne kadar sevilesi bir karakter
olmasa da seyirci de onunla empati kurabiliyor, onun için üzülebiliyor. Bunun
sebebini Andy Serkis’ın mükemmel oyunculuğuna bağlıyorum. Smeagol ve Gollum
olarak iki ayrı kişiliği olan bir yaratığı canlandıran Andy Serkis, ikisi
arasındaki karakter geçişlerini, çelişki ve çatışmalarını çok iyi sahnelemiş ve
seslendirmiş. Üzerinde oynanmasına rağmen, yani efektlerle bir yaratığa
dönüştürülmesine rağmen kaybedilmeyen, sahneye tam olarak yansıyan duygu ve
mimiklerini çok başarılı buluyorum.
Gollum’u yaratmanın teknik tarafına bakarsak, bu dönemdeki imkanlarla bile bu kalitede efektler yapılamıyorken, Gollum 2000’lerin başındaki teknolojiyle hem teknik açıdan hem de Andy Serkis oyunculuğuyla mükemmel bir çalışma olmuş. Türünün ilk örneği olan, gerçek bir oyuncunun canlandırmasıyla, filmdeki diğer aktörler kadar gerçekçi rol yapabilen; dijital bir yaratık. Yönetmen Peter Jackson, Gollum karakterinin tamamen yapmacıklıktan uzak, canlı bir aktör kadar gerçek görünümlü ve bir aktör gibi duygularını ifade edebilecek şekilde olmasını istemiş. “Gollum, tamamen dijital bir yaratık, fakat bu karakteri bir aktörün yaratmasında kararlıydım. Bunu da Andy Serkis yaptı. Andy, Gollum’u, sesini kullanarak yaratıyor. Fakat Gollum karakterinin büyük bir bölümü de Andy üzeri noktacıklarla kaplı kıyafeti giyip, Gollum gibi rol yapmaya başlayınca, hareket kaydetme tekniklerini kullanarak ortaya çıkıyor. Andy, Gollum gibi konuşuyor, sahneyi normal bir aktörün yapacağı gibi oynuyor. Bu sayede bilgisayar onun hareketlerini kaydedebiliyor ve hareketleri Gollum’un dijital versiyonuna dönüştürüyor.” diyor Jackson. Gollum’un ünlü sesi, karakterin yaratılmasında anahtar nokta olmuş. Serkis, “Bu sesin duygusal bir kaynağı var. Bence içinde acının hapsedildiği yer burası. Duygusal hafızası, vücudun gırtlak kısmında tutsak kalmış. Sadece sesi çıkarmam bile anında Gollum’un fiziksel yapısına bürünebilmeme ve bu rolü gerçekten yaşıyormuş gibi hissederek oynamama yetiyor.” diyor.
Gollum’un nasıl yaratıldığından bahsettik, meraklıları için
bir de video bırakıyorum şöyle:
Gelelim Isengard’a, Saruman’a teslim etmek için Uruk-Hai’lar
tarafından kaçırılan, Merry ve Pippin’i bulmayı görev edinen Aragorn, Legolas
ve Gimli üçlüsüne. Aragorn iyi bir iz sürücü olarak Hobbit’lerin, katliamdan
kurtulup Fangorn ormanına doğru kaçtıklarını anlıyor. Ormanda iki Hobbit’i
arayan bu üçlü beklemedikleri biriyle karşılaşıyorlar. Büyücümüzün ölmediğini,
geri dönüşünü bu sahnede çok güzel vermişler. Gerçekten Saruman geldi sanıp
korkarken birden beyaz ışıklar içinde Gandalf’ımızı görüp heyecanlanmayan seyirci
yoktur. Gri Gandalf olarak gitti, Ak Gandalf olarak daha güçlü bir şekilde geri
döndü. İki film arasındaki Gandalf’ın karakter gelişimi çok iyi aktarılmış. İlk
filmde Gandalf’ın ölüm sahnesinde savaşarak, kendini kalkan yaparak kahramanca
ölmesi, en azından bizim öldü sanmamız, ikinci filmle birlikte daha güçlü, daha
bilge, daha ağırbaşlı olarak dönmesi arasındaki denge iyi işlenmiş, büyücülük
seviyesini artırması mantıklı ve anlaşılır bir sebebe dayandırılmış. Gandalf’ın
ak büyücü seviyesine çıkmasıyla, Saruman’ın daha güçsüzleşmesinin altını çizmek
isterim. Böylelikle iyilik ve kötülüğün temsillerinin arasındaki güç dengeleri
değişmiş oldu.
Bilge Gandalf, Hobbit’lerin Ent’lerle güvende olduklarını
söyleyerek, Saruman’ın büyüsü altında olan Rohan Kralı Theoden’i kurtarmaya
gidiyor. Bu sırada Ent’ler binlerce yıllık uykudan uyanıyorlar. Saruman’dan intikam
almak için Isengard’a gelen Ent’ler, öyle bildiğimiz kılıçla, zırhla bir savaş
kazanmıyorlar. Kendilerine yakışır şekilde doğanın gücünden yararlanarak,
doğayı hapseden barajı yıkıp, suyu serbest bırakarak Ork’ları yeniyorlar. Güce
ve stratejilerine dayanan klasik bir savaştansa böylesine akıllıca, mantıklı
bir savaş sahnesi iyi bir seçim olmuş diye düşünüyorum. Burada da
endüstrileşmeye bir eleştiri var tabi. Sahnenin tematik güzelliği bu seçimden
geliyor: Doğa, endüstriyi yeniyor.
Daha sonra Saruman’ın ork ordusu Rohan’ı almaya geldiği
için, Rohan halkını Miğfer Dibi’ne götüren Kral Theoden’a Aragorn, Legolas ve
Gimli de eşlik ediyor. Yolda Saruman’ın kurtlarının saldırısına uğrayan Aragorn
uçurumdan düşüyor ve öldü sanılıyor. Aragorn’un daha önce ahırda
sakinleştirdiği atı hatırlarsınız. İşte o at Aragorn’u kurtarmaya geliyor,
kendi üstüne bindirtiyor ve Miğfer Dibi’ne onu götürürken yolda, gelen Ork
ordusunu Aragorn’un görmesini sağlıyor. Mitolojilerdeki kralların,
kahramanların hayvanlarla çok iyi iletişim güçleri vardır, aralarındaki bağlar
kuvvetlidir. Bu sahnede de mitolojik unsurlardan yararlanılmış.
Gelelim sinema tarihinin en epik, en güzel savaşlarından birine.
Miğfer Dibi Savaşı sahnesi, gerçekçilik duygusunu, inanılmaz koordinasyon içinde
olan oyuncular ve ekip sayesinde, destansı ve epik bir şekilde bize vermesiyle
gönlümüzü kazanmıştır. Surlara dizilmiş askerleri, binlerce, homurdanarak,
kükreyerek savaşa hazır halde komut bekleyen Ork ordusunu gördüğümüz o
ihtişamlı andan itibaren, soluksuz izleyeceğimiz savaş sahnesine başlıyoruz. Hem
geniş açıdan çekimlerle, hem karakterlerin o anki duygusunu aktarmak amacıyla
yüzlerini görebildiğimiz çekimlerle, hem de güvenli alanda tutulan kadın ve
çocukların durumlarını gösteren bir çekimle ortamı bize tanıttıktan sonra
savaşa girişiyoruz. Aragorn’un komutasında ilerleyen savaşta beğenmediğim bir
detaydan bahsedeceğim. Meşaleyle suru patlatmaya koşan Ork’u, Legolas’ın
öldürememesi, Legolas karakteri içinde bir tutarsızlık yaratmış. Legolas’ın bu
ana kadar hiç aynı hedefe iki kez ok atmışlığı yok. Bize Legolas’ı hep tek seferde
düşmanını öldüren bir karakter olarak gösterdiler, yine öyle kalmasını
isterdim. Keşke burada Ork’u vuramayan karakter seçimini başka birinden yana
kullansalardı. Bu sahneden, Theoden ve Aragorn’un kahramanca atlarıyla Ork’ların
arasında daldıkları sahneye geçiyorum. Tüylerimizi diken diken eden sahnelerden
birisi de buydu. Atlı askerlerle birlikte, Theoden, Aragorn ve Legolas’ın
kapıyı açıp orkları tabiri caizse, patır patır dökerek, ezerek geçtikleri sahne
çok iyiydi. Tam bu sırada tepeden güneş gibi doğan kurtarıcımız Gandalf, Eomer
ve ordusunu almış gelmiş. Burada Ak Gandalf’ın yapabileceği bir sürü güç
gösterisi, büyü seçenekleri varken, yönetmen Peter Jackson seçimini daha sade
ama daha zekice bir sahneden yana kullanmış. Atlı ordusu aşağı doğru koşuyor,
Ork’lar mızraklarla karşılık vermeyi beklerken, tepeden birden güneşin
doğmasıyla Ork’lar bir şey göremez oluyor ve atlılar hepsini kılıca dizerek
geçiyorlar. Kurtulabilen Ork’lar ormana doğru kaçıyorlar ama ormanda
sığınacakları bir liman olmuyor, bir de Ent’lerden darbe yiyorlar. Böylelikle
Gandalf’ın da dediği gibi “Miğfer Dibi Savaşı sona eriyor ve Orta Dünya Savaşı başlamak
üzere. Bütün umudumuz yabancı diyarlarda gezen iki minik Hobbit’e bağlı”.
Hem fantastik bir evren olması, hem de epik olması, çok zor bir iştir. Fantastik türler genelde eğlence gözüyle bakılan türler olduğundan, film kendini ne kadar ciddiye alırsa, seyirci de o kadar ciddiye alır. Peter Jackson da bu filmi yaparken son derece özenle ve ciddiyetle yaptığı için seyirci de filme gereken önemi verebiliyor. İlk filmde olduğu gibi, bu ikinci filminde de, elinden geldiğince seçimini doğallıktan yana kullanmış yönetmen Peter Jackson. Örneğin Rohan’ın çekimleri gerçek mekanlarda geçiyor. Ya da Miğfer Dibi Savaşı, Yeni Zelanda’da Wellington’daki eski bir taş ocağının, değiştirilerek çekimlere uygun hale getirilmesiyle oluşturulan bir alanda, 4 ay süren, çok zorlu ve yorucu gece çekimleriyle gerçekleştirilmiş. CGI kullanması gereken yerde de hakkıyla kullanmış, Jackson. Gollum ve entlerin efektleri türünün ilk örnekleri olmasıyla birlikte aynı zamanda en iyi örnekleri de. Sadece bu ikisi de değil, genel olarak bu film sinemacılığın her yönüyle en iyi örneklerinden birisi. Bu sebeple efsaneleşmiş bir seri olarak, bu üçlemenin hak ettiği değeri aldığını düşünüyorum. Başka filmlerle kıyaslanmaması gerektiğini, bu türden hiçbir filmin bu seviyede olmadığını belirterek incelememi bitiriyorum.
Yorumlar
Yorum Gönder