FLEABAG İNCELEMESİ

  

PHOEBE WALLER-BRIDGE (2016-2019)

 

IMDb: 8,7

 

TÜR: Komedi, Dram

 

OYUNCULAR: Phoebe Waller-Bridge -  Fleabag, Andrew Scott - The Priest, Sian Clifford -  Claire, Olivia Colman -  Godmother, Bill Paterson - Dad, Brett Gelman - Martin, Hugh Skinner – Harry, Jenny Rainsford – Boo

 

Dizinin yaratıcısı Phoebe Waller-Bridge’in aynı isimli tek kişilik tiyatro oyunundan esinlenen Fleabag, ilk sezonunu 2016’da yayınladı. İlk sezon oyunun bittiği yerde bitti, Waller-Bridge de ikinci sezonu yapmayı karakterin gidişatına uygun bulmadı. Waller-Bridge’in ikinci bir sezona başlaması için hikayenin buna değmesi gerekirdi. Doğru hikayeyi bulması iki senden fazla sürdü; dizinin ikinci sezonu 2019 yazında çıktı. İlk sezonu ne kadar sevildiyse de diziyi patlatan ikinci sezonu oldu. İngilizlerin en iyi olduğu alanlardan biri kara komedi. Bunlardan biri olan Fleabag, bu kuralı bozmadığı gibi kara komediye normalde barındırdığından bile fazla derinlik ve çok yoğun bir gerçeklik katarak sadece bunlardan biri değil, en iyilerinden olmayı başarmış bir dizi. Dizinin yaratıcısı ve başrol oyuncusu Phoebe Waller-Bridge çalkantılı bir hayatı, tutarsız ilişkileri ve inişli çıkışlı ruh hali olan genç bir kadını yazıp oynadığı Fleabag ile öfke, hüzün ve kahkahayı mükemmel bir şekilde bir başyapıt yaratmış. İzlerken kahkahalara boğulacağınız, yüzünüzde buruk tebessümlere yer vereceğiniz, ağlamamak için kendinizi sıkacağınız ve aşık olacağınız diziye hoş geldiniz…

Şimdi spoilerlı inceleme kısmına geçiyorum ve iki sezonu birbirinden ayırarak sırayla izlemek daha doğru olacak. Çünkü dizinin tamamına hakim olan Phoebe Waller-Bridge mizahı ve dehası haricinde sezonlar arası büyük bir fark var. İlk sezonun depresifliğini taşımasına rağmen ikinci sezonda aşk sarhoşluğunun ağır bastığını söyleyebilirim. İlk sezonun çok iyi olmasına rağmen ikinci sezon şaşırtıcı derecede çok çok daha iyi. İlk sezonda atılan temeller ikinci sezonda ustaca başyapıt haline getirilmiş. Öyle ki dizinin patlamasına sebep olan da ikinci sezon zaten.


Birinci sezondan başlayalım; ilk sezon boyunca Fleabag’in annesi ve en yakın arkadaşının kaybıyla baş etmeye çalışmasını izliyoruz. Bu esnada ailesiyle ve sevgilisiyle olan ilişkilerini de görüyoruz. Aslında Phoebe Waller-Bridge’in, her açıdan ilginç olan ilişkileri, izleyeni rahatsız eden ama bir şekilde de kendine çeken acayip karakterlerini televizyonda ilk olarak Crashing’de izlemiştik. Yine senaryosunu kendisinin yazdığı, bir de başrolünü üstlendiği 2016 tarihli bu altı bölümlük komedi dizisindeki, neyi neden yaptığını bir türlü anlayamadığımız karakterler tahammül sınırlarımızı zorlasa da, hikayenin bütünlüklü yapısı içerisinde merakımızı da pekiştiriyordu. Benzer hisler, aynı yıl birkaç ay sonra yayınlanmaya başlayan bu dizide de izleyiciyi ele geçiriyor. Ama Fleabag’le Crashing’i karşılaştırmak mümkün değil, karakterlerin belli başlı özellikleri haricinde aynı yıl içinde aynı kişiden çıkması olanaksız gibi duran iki farklı yapım. Crashing, evet altında mesajlar yatan bir dizi olmasına rağmen Fleabag’in ustalığından çok uzakta. PWB’in aynı yıl içinde kendini bu kadar geliştirmesi oldukça etkileyici. Fleabag’e döndüğümüzde son derece depresif, cinsel hayatına düşkün, duygularını olabildiğince bastıran, aile ilişkileri zayıf ama işletmeye çalıştığı kafesiyle birlikte kendi ayakları üzerinde durmayan çalışan bir kadın izliyoruz, darmadağın bir kadın... sezon boyunca ara ara ve kesik kesik görüntülerini gördüğümüz en yakın arkadaşının ölümü bir merak konusuyken, sezon sonunda dizinin o ana kadarki en çarpıcı anını gördük. Bazılarının Fleabag’den nefret etmesini sağlayacak bazılarının ise onu daha iyi anlamasını ve empati kurmasını sağlayacak olan Fleabag’in sezon boyunca bizden saklamaya çalıştığı büyük sırrı. Sezon boyunca ara ara konusu açıldığı zaman Fleabag’in bizim öğrenmemizi istemediği, konu değiştirdiği ve kaçtığı olayı en sonunda ablasından duyuyoruz. En yakın arkadaşı Boo’nun intiharına sebep olan sevgilisinin onu aldattığı kişinin Fleabag olduğunu öğrenince başımızdan aşağı kaynar sular dökülüyor. Bu sahnenin kurgusu da oldukça başarılı yapılmıştı, öyle ki Fleabag’in suçluluk duygusunun üstüne basa basa, o kendisinden nasıl nefret ediyorsa ve utanıyorsa gözümüze soka soka aktarılmış ve en sonunda Fleabag’in kaçmasına neden oluyoruz. Biz nasıl bir karaktere etki edebiliriz ki? Fleabag’in farkı da bu, onu izlediğimizi biliyor, bizimle temas kuruyor. Bizden sakladığı sırrı açığa çıktığı zaman bizim onun hakkında düşündüklerimizi hissediyor gibi kaçacak delik arıyor.

İkinci sezona geçtiğimizde, Fleabag’i bıraktığımız yerin üzerinden bir yıldan fazla geçmiş, bu esnada bıraktığımız halinden daha iyiye gitmiş, kafesinde işler yolunda ve seks bağımlılığına bir dur demiş. Biz artık Fleabag’in en yakın arkadaşları olarak seviye atladık ve tüm karakterleri tanıyoruz, biliyoruz. Fleabag’in hayatının travmasını atlattığı kısmı beraber geride bıraktık şimdi bir başka kalp kırıklığında onun yanında olacağız. Bu sırada bizimle birlikte en büyük destekçisi olan aynı zamanda da kalbinin kırılmasına sebep olan: Hot Priest. Yakışıklı rahibimiz hangimizin kalbini kırmadı ki? İzleyip de Andrew Scott’a aşık olmayan kaldı mı? İlk bölüm ilk sahnesinden itibaren kimyaları aşşıırıı derece uyuşan Fleabag ve Hot Priest’ın arasında Fleabag’in istediği gibi bir cinsel ilişki yaşanamaz. Rahibe aşık olmanın cezası… ama bu cezanın bir getirisi de var. Cinsellik dışında bir ilişki kurdukları için Fleabag sonunda kendini duygusal olarak birine açabiliyor hatta öylesine açıyor ki Fleabag’in bizimle konuştuğunu fark eden tek karakter Hot Priest oluyor. Bu da Hot Priest’ın ne kadar özel olduğunu, Fleabag ile bağlarının ne kadar eşsiz olduğunu kanıtlar nitelikte.


Rahibin girişinin dizide çok fazla şey değiştirdiğinin hepimiz farkındayız. Fleabag‘in karakter gelişimi ve diğer karakterlerle olan ilişkisi kesinlikle değişiyor ama dizinin şeklen değişmesi bana göre rahip üzerine kurulu. Zaten Phoebe Waller-Bridge de 2. Sezonu tamamen rahip karakteri üzerine kurmuş. 2. Sezon için senaryo çalışmalarına başlamadan önce Andrew Scott’ı aramış ve aklındakini anlatmış. Scott’ın da bu işte yer almak istemesiyle 2. Sezon senaryosu yazılmaya başlanmış ve Hot Priest karakteri ortaya çıkmış. Yani rahip için en başından beri Andrew Scott düşünülüyormuş ve bu sezon bu karakter üzerine kurulu. Andrew Scott rolü istemese 2. Sezonu belki de hiç izleyemeyecektik.

Papazın ilk fark ettiği sahne hepimizin hiç beklemediği bir anda gerçekleşmişti. Nitekim biz ve Fleabag için bu durum çok normaldi ve dış dünyanın fark edebileceğini hiç düşünmemiştik fakat rahip Fleabag‘in bir anlık kaybolduğunu ve başka bir yöne döndüğün fark etti. “Kiminle konuşuyorsun?” diye sorduğunda, hepimiz şok olmadık mı?




4. DUVAR NEDİR?

Dizideki en önemli unsur yıkılan dördüncü duvardır, bizi hikâyeye ve karakterin iç dünyasına dahil eder. Fleabag olayları yaşarken bize dönüp espri yaptığında ya da o anda aklından geçenleri bize anlattığında giderek daha yakın hissederiz ona. Başta tuhaf ya da sinir bozucu gelen yanları, içini gördükçe bize anlamlı gelmeye başlar. Çevresindekilere garip gelen davranışlarını, biz onun iç sesini dinlerken anlayabiliriz. Oysa en yakınındakiler bile Fleabag’in neyi neden yaptığını hiç anlayamıyor gibidir, onu sadece uyandırdığı, çoğunlukla olumsuz olan duygularla tanımlarlar.

4. duvar aktörü, seyirciden ve kurguyu gerçeklikten ayıran görünmez, hayali bir duvardır. Kısacası seyirci oyuncuyu görür fakat oyuncu seyirciyi göremez. 4. duvarın yıkılması genel olarak aktörün izleyici ile iletişime geçmesiyle olur. Bu tiyatroda oyuncunun seyirci kısmına dönmesi veya onlara hitap etmesiyle olurken sinemada genel olarak oyuncunun kameraya bakması veya yaşadıklarının bir film/dizi olduğunu bilmesi ve bizim onu izlediğimizi bilmesiyle olur. Bu durumda artık kurgu ve gerçeklik bir noktada bağlanır ve aralarındaki duvar yıkılır.

Kameraya konuşma tekniğini ilk kez görmüş değiliz. The Office, House of Cards gibi daha birçok yapımda izlemiştik daha önce ama Fleabag’de bu tekniği özel kılan, diziyi bir adım öteye taşıyan başka şeyler var. Fleabag bunu o kadar iyi yapıyor ki, kimi zaman yolda yürürken ona eşlik ediyor, kimi zaman da onunla ağlayıp onunla gülerken buluyorsunuz kendinizi. Diğer yapımlarda bizi izleyici olarak kullanılan teknik Fleabag’de arkadaş olarak kullanılıyor. Psikolog sahnesinde de psikolog kendisine yalnız olup olmadığını sorduğunda, arkadaşlarım var diyor ve kameraya dönüp bize göz kırpıyor. O noktada aslında bizim de Fleabag‘i kendimize ne kadar yakın hissettiğimizi fark ediyoruz. Fleabag dışlandığı, sevilmediği bu dünyadan kameraya bakarak ve gerçeklikten anlık bile olsa koparak yaşamını devam ettiriyor. Bu sahnelerin bu kadar sıklıkla gerçekleşmesini de Fleabag‘in bunlara duyduğu ihtiyaca bağlamak bence mümkün.


Dizinin finaline gelecek olursak tamamen farklı bir yazıyı bile hak edecek kadar derinlikli ve anlamlı. Dizinin finali ise tamamen beklediğimizin dışında Fleabag‘in 4. duvarı terk etmesiyle gerçekleşiyor. Ne kadar hüzünlü ve mutlu olmayan bir son gibi görünse de final bana kalırsa Fleabag’in artık gerçek dünyadan kaçmaya ihtiyaç duymadığını ve bizsiz de yalnız olmayacağını, hayatını devam ettirebileceğini gösteriyor. Bu nedenle de Fleabag artık bizimle bir bağ kurmak ve bu iki dünyayı birbirine bağlamak istemiyor. Bu yüzden de bizi terk ediyor. Fleabag bizi geride bırakıyor, fiziksel olarak bırakabiliyor. Hakimiyet tamamen onda, artık nedensizce ortaya çıkmıyoruz. Fleabag’in bize, yani görülmeye ihtiyacı yok. Bizi geride bırakmak istediğinde onu takip edemiyoruz. Bize uzaktan el sallıyor. İşte sırf bu yüzden de hiçbir zaman Fleabag’in 3. sezonu olamaz. Fleabag tekrar eski yalnız, bize ihtiyacı olan depresif yaşamına geri dönemez. Artık iyileşti ve kalp kırıklıklarını geride bıraktı.

Birinci sezonda yaşananların tam bir sene sonrasına giden bu ikinci sezon, hikayeyi tamamlıyor, Fleabag’in hayatından başka bir kesit sunuyor ve başka bir hikayenin kapısını açıyor ama Phoebe Waller-Bridge, Fleabag’in hikayesinin burada bittiğini düşünmüş. Tabii ki daha fazlasını görmeyi isteriz ama zirvede bırakmak tam da böyle bir şey olduğu için yaratıcısı Phoebe Waller-Bridge’in karşısında saygıyla eğiliyoruz. Hem tekrara düşebilecek bir hikayeyi tam dozunda bırakabildiği için hem de bunu hiç aşırıya kaçmadan (alışık olduğumuzun aksine) en doğal haliyle başarabildiği için, birçok kişinin yapamadığını yaptığı için. Aslında bu Fleabag için olabilecek en iyi mutlu sondu. Benim Phoebe Waller-Bridge’in senaryo dehasının önünde eğilmek, dizlerine kapanmak istememe sebep olan final…

Gözyaşlarımla yazmaya devam ederken karakterlere bakalım biraz. Lakabı adı haline gelmiş, “pislik, sevilmeyen kişi”, anlamına gelen Fleabag, bir ironi kuruyor karakterle. Kimseye bağlı olmayan özgür bir kadın, bu sebeple de bir o kadar yalnız.  Komik, zeki ama vurdumduymazlığı sebebiyle işinde başarısız. Ona en yakın kişi aslında ablası ama bir o kadar da uzak ilişkileri var, sarılmaya çekindikleri, aralarında gerilimin dolandığı bir ilişki. Yalnızlığını, esprili ve çekici yönleriyle ört pas etmeye çalışıyor. Cinselliğe düşkünlüğü de bu yüzden. Kendisinin de dediği gibi yalnız kalmaktan korktuğu için sekse dayalı ilişkileri var. Burada da bir başka ironi var; yalnızlıktan kaçmak için sığındığı cinselliği, onun duygularını körelten ve yalnız kalmasına sebep olan ana etken. Sezon boyunca bu tip ironi ve zıtlıklar Fleabag’in peşini bırakmıyor. Bu sebeple günümüzün basmakalıplaşmış “modern özgür kadını” olmaktan çıkıyor. Çekici, zeki ama bir o kadar da kusurlu.

Aynı şey vaftiz anneleri, kendi babaları, Claire ve Hot Priest için de geçerli; dışarıya yansıttıkları kimlikleri ile gerçekte oldukları insanlar çok farklı. Fleabag’in babası, eşinin ölümünden bir süre sonra onun en yakın arkadaşı ile birlikte yaşamaya başlamış ve kızlarını neredeyse hayatından tamamen çıkarmıştır. Kızlarıyla ölen eşinin yasını yaşamak, konuşmak, dertleşmek yerine onlara terapi seansları ya da feminist konuşmalara bilet hediye eden birisi. Duygusal yakınlık ve ayrılma ile ilgili sorunlar yaşayan, alkolik, sevimsiz kocasını bir türlü bırakamayan, onca başarısına rağmen bir türlü kendine güvenemeyen, kontrol sahibi Claire’in depresif anlarında büyük fiziksel değişikliklere gitmesi… Hot Priest’in havalı ve çekici kişiliğine rağmen en kısıtlayıcı mesleği seçmesi gibi detaylar, dizideki karakterleri aynı anda hem absürt hem de gerçekçi kılabiliyor. Bu sayede dizideki tüm karakterler en beklemediğiniz anlarda en olmadık cümleleri kurduklarında nefesiniz kesiliyor. Bu da sadece ve sadece usta bir yazarlıkla mümkün. Yine dönüp dolaşıp konuyu Phoebe Waller-Bridge’in ustalığına bağlıyorum.

Sizi Phoebe Waller-Bridge’in komedi dehasıyla hala ikna edemediysem, Olivia Coleman ve Andrew Scott ile ikna etmek isterim. İki oyuncu da izleyebileceğiniz en farklı, bir o kadar da üzerlerine tam oturan rollere sahipler. Kadro genel olarak müthiş, ancak Coleman ve Scott bulundukları her sahnede spot ışığını çalan performanslarıyla fark yaratıyorlar. Andrew Scott ve müthiş yakıştığı Hot Priest karakteri zaten dizinin patlama yaşamasında büyük etken. Phoebe Waller-Bridge’e geldiğimizde eğer ki şimdiye kadar yeterince övemediysem daha ne diyebilirim bilmiyorum, övgü cümlelerimi tükettim artık. Ama aranızda kişisel bir bağ kurabildiğiniz kadar samimi oyunculuğuyla sizi ciddi anlamda etkisi altına alabiliyor ve bu da size oldukça farklı bir deneyim yaşatıyor.


Daha fazla uzatmadan son ve genel düşüncelerimi de belirterek bitireceğim. Bu sitede kendisine ve işlerine övgüler düzmekten bıkıp yorulmadığım, senarist ve oyuncu Phoebe Waller-Bridge’in aynı adlı tiyatro oyunundan uyarlanan Fleabag’in, sıradan bir iş olmadığını daha ilk sahneden anlamıştık aslında. Tutkulardan dine, aile ilişkilerinden arkadaşlık ilişkilerine, özsevgiden yalnızlığa kadar birçok konu, empati kuracak ve karakterleri benimseyecek kadar güzel işlenmiş. Fleabag ilk bakışta dışarıdan, sevimsiz ve dengesiz görünse de aslında tanıdıkça ne kadar yalnız olduğunu ve yanında duracak birisine ihtiyaç duyduğunu görebiliyoruz. Karakterlerin içinde bulundukları çaresiz anları izleyiciye his olarak geçirebilme konusundaki başarı ve karakterlerin kusurlu ve gerçekçi inşa edilmesinin verdiği samimiyet ve inandırıcılık hissi zaten diziyi sevme sebebimiz oluyor. Fleabag’in izleyicisiyle kurduğu bağ o kadar samimi ve mesafesiz ki, izlenilen her bölümde karaktere ve hikayeye bir adım daha yaklaşılıyor. Zaten “lütfeen bitmesiinn” diye ağlaya ağlaya akıp giden dizinin finaline varmak da çok vakit almıyor. Bir yandan daha fazla izlemek istiyorum, öteki yandan da karaktere ettiğimiz vedayı çok yerinde ve yeterli buluyorum.

Bu Allahın bir lütfu olan kadını överek bitirmek istiyorum. Sadece Fleabag adına konuşamam Killing Eve’deki senaristlik başarısıyla da yeteneğini ispatlamış birisi. Hem yazıyor hem yönetiyor hem oynuyor ve ortaya böyle kusursuz bir yapım çıkıyor. Bize de izleyip izleyip önünde eğilmek düşüyor. Fleabag defaaalarrcaa sıkılmadan tekrar izlenecek bir yapım hatta ben bu yazıyı yazarken diziyi ne kadar özlediğimi farkettim ve son cümlemi yazınca gidip tekrar izleyeceğim. Çerezlik dizi niyetiyle başlayıp finali izlediğimizde “Ne izledim lan ben?” diye kala kaldığımız ve favori dizilerimiz arasına giren Fleabag’i kesinlikle ve kesinlikle izlenecekler listesine eklemeniz lazım.

 

Fleabag hakkında bilmedikleriniz yazımızı okumak için tıklayın.





    

Yorumlar

  1. En sevdiğim dizilerden birisi siz de çok güzel yazmışsınız elinize sağlık ☺️

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim :) Fleabag favorinizse diğer incelemesini yazdığım dizileri de öneririm, beğenirsiniz diye düşünüyorum. Özellikle aynı senarist tarafından yazılmış olan Killing Eve ve The Marvelous Mrs. Maisel :))

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

FLEABAG HAKKINDA BİLMENİZ GEREKEN 11 DETAY

PEAKY BLINDERS HAKKINDA BİLMENİZ GEREKEN 15 DETAY

21. YÜZYILIN EN İYİ 30 OYUNCU PERFORMANSI

THE LORD OF THE RINGS: THE RETURN OF THE KING İNCELEMESİ

QUENTIN TARANTINO / AUTEUR YÖNETMENLER -2-

HER İNCELEMESİ

MARTIN SCORSESE'E GÖRE MUTLAKA İZLENMESİ GEREKEN 25 FİLM

THE LORD OF THE RINGS: THE TWO TOWERS İNCELEMESİ

CHRISTOPHER NOLAN “SİNEMANIN ALTIN ÇOCUĞU” / AUTEUR YÖNETMENLER -1-