NOMADLAND İNCELEMESİ

 

CHLOÉ ZHAO (2020)

 

IMDb: 7,6

 

SÜRE: 1 Sa 48 Dk

 

TÜR: Dram, Biyografi

 

OYUNCULAR: Frances McDormand – Fern, Gay DeForest – Gay, Patricia Grier – Patty, Linda May – Linda, Swankie  - Swankie, David Strathairn - Dave

 


Galasını Venedik Film Festivali’nde yapan Nomadland, En İyi Film Altın Aslan Ödülü’nü kazandı. Eleştirmenlerin 2020’deki en iyi filmleri listelediği 100’den fazla listede ilk 10’a giren ve bu listelerin neredeyse yarısında 1. veya 2. olarak sıralanan filmin hem senaristliğini hem yönetmenliğini hem de kurgusunu Chloé Zhao yaptı. Yönetmen Zhao, bu film ile neo-westerni, gerçek hikayeler, gerçek hayatlar ve gerçek insanlarla birleştirerek neredeyse belgesel türüne dönüştürüyor. Filmde izlediğimiz karakterlerin çoğu gerçek hayattan ve kendilerini canlandırıyor. Filmin kurgusal kısmı ana karakterimiz Fern ve yan roldeki Dave karakteri. Zhao, iki kurgusal karakteri hikayenin ortasına yerleştiriyor ve etrafını gerçek hayatlardan gerçek kişilerle sararak birleştiriyor.


Nomadland, Jessica Buruder’in 2017 yılında yayınlanan aynı adlı kitaptan uyarlama. Aslında bu kitap sadece bir kurgu roman değil. Ekonomik zorluklar altında ezilen, sayıları gittikçe artan ve kaçış yolları arayan Amerikalılar hakkında derin bir araştırma sonucunda ortaya çıkan bir eser. 2008 yılındaki ekonomik krizden yıpranmış ve hayatları değişen insanlar hakkında. Bu insanlardan bir kısmı evlerinden, işlerinden ve çevresindeki insanlardan kopmuş ve karavanlarıyla göçebe bir hayata başlamışlar. Yani göçmen kuşlar gibi yıl boyunca hava sıcaklıklarına göre göç edip her gittikleri yerde günübirlik işlerde çalışıyorlar. Çoğu da yaşlı insanlar. Tek ihtiyaçları karavanlarını park edebilecekleri yerler, elektrik ve su. Film boyunca Linda ve Swankie karakterlerinin bu vahşi hayata karşı nasıl direnç gösterdiklerini ve kendi ürettikleri çözümlerle dayanıklılığın nasıl yükseltilebileceğini öğreniyoruz. Bruder’in bu koşullar hakkında iyice araştırma yapmış olduğunu filmdeki detaylardan anlıyoruz.

2018’de yapılan bir araştırmaya göre ABD’de göçebe olarak yaşayan yaklaşık 1 milyon kişi varmış. Karavanlarıyla ülkeyi gezen ve bulabildikleri geçici işlerle hayatını geçindirmeye çalışan 1 milyon insan.


Chloé Zhao, bir yandan Amerikan ekonomisinin ürkünç yumuşak karnını diğer yandan bu göçebelerin dirençliliğini, yaratıcılığını ve dayanışma ruhunu ortaya çıkaran bu kitabı sinemaya uyarlarken, kurmaca-belgesel biçimini tercih etmiş ve filmin iki önemli kurgusal karakteri, Fern ve Dave’i profesyonel oyunculara yorumlatırken, gümüş saçlı, sürekli gülümseyen ve yetenekli bir figür olan Linda, yaşamak için yedi sekiz ay kalmış, karavanının çevresinde kafatası ve kemik bayrağı asılı olan Swankie gerçek karakterler ve kendi isimleriyle filmde yer alıyorlar. Hatta Nomadland’a radikal göçebe destekçisi aktivist ve anti-kapitalist göçebe lideri Bob Wells’i de, kendisi olarak filme dahil ederek filmin sonlarına doğru müthiş etkileyici ve dokunaklı konuşmasına da yer vermiş. Yani filmde yer alan karakterlerin birçoğu gerçekten karavanlarıyla göçebe hayat yaşayan kişiler.




Baş karakterimiz Fern, Nevada’da köklü bir alçıpan şirketinde uzun yıllar çalışmış bir kadın, 2008 yılındaki ekonomik çöküş sonrası, işini ve eşini kaybetmiş, kalan her şeyi de bırakarak bir yolculuğa çıkmış, hüzünlü görünse de oldukça güçlü bir karakter. O dönem yaşanan ekonomik sıkıntı sonucu posta kodu dahil iptal edilen bir bölgenin insanı. Fern gibi, o dönemin en çok vurduğu insanlar da orta yaş ya da bir üst yaş grubuna ait, erken emekli edilmeye çalışılan ve bu hakları konusunda sıkıntı yaşayan insanlar. Zaten mesele, Fern üzerinden ilerlese de siyasi ve ekonomik mesajları da bu karakterler üzerinden veriliyor. Kısa sürede bu duruma düşen insanlar ve onlar fakirleşirken daha da zenginleşen insanlar da bu söylemlerden nasibini alıyor. Tabii ki yanlış politikalar ve sistemin sorunları da derinlemesine olmasa bile söylem olarak karşımıza çıkıyor. Ancak, bu insanlar, bu durumla başa çıkmayı bir şekilde yolculuk yaparak, karavanlarında yaşayarak ve göçebe bir hayat sürerek yapıyorlar. Kimisi halinden memnun, özgürleşmeyi, yaşlanmayı ve bir şekilde hayatta kalmayı, yapabilecekleri en güzel şekilde gerçekleştirmeye çalışıyor. Ama bazılarınınki ise tamamen zorunluluk, ölüme yaklaşırken, geride bırakılanlar ve kayıpların ardından sadece zamanı doldurmak ya da kendilerini başka şeylere adayarak boşluk doldurmak. Zhao’nun da dediği gibi, kayıplarımızla yolun sonunda mutlaka görüşeceğiz ve bir araya geleceğiz.



Fern, filmin bir yerinde en can alıcı repliklerden birini ortaya koyuyor ve bir evsiz olmadığını, sadece bir “ev”inin olmadığını söylüyor. Evsiz olduğunu asla kabul etmiyor. Ev kavramının ne olduğunu bize sorgulatıyor. O evini yanında taşıyan bir insan. Evini taşıdığı her yerde farklı işlerde çalışıyor ve temel ihtiyaçlarıyla hayatını devam ettiriyor. Zaten ekonomik çöküşün ardından, göçebe hayatı yaşayan birçok insanın yapı olarak bir evi yok ama bu durum onlar için sadece nesnel. Aslında, yaşadıkları karavanlar tamamen kendi evleri ve yuvaları. Fern, karavanının tamir parasının neredeyse yeni bir karavan alacak kadar edeceği söylendiğinde de, Şükran Günü için kalacak oda verilen evde de, kardeşi ve eski komşusu tarafından içtenlikle yanlarında kalabileceği söylendiğinde de aynı şeyi hissediyor ve uyguluyor: “Benim bir yuvam var” Bu sebeple, yeni karavan almak yerine tamir ettirmeyi seçiyor, kalacak misafir odası yerine karavanda uyumayı tercih ediyor ve teklifleri birer birer reddediyor. Fern sadece mecbur kaldığı için bu göçebe hayatı yaşamıyor. Ruhunda bağlılıklara karşı bir başkaldırı var. Özgür olmak istiyor. Bir sahnede ölen bir göçebeden kalan köpekle birlikte görüyoruz onu. Bu tatlı köpeği sahiplenir diye düşünüyoruz. Ancak karakteri çok net bir şekilde ortaya koyan, karakterin sınırlarını net çizgilerle çizen bir hamle yapıyor. Köpeği bırakıp gidiyor… Her geçici işin ve bölgenin sonunda, evi olan karavanında, huzurla ve güvenle yola koyuluyor. Değişen sadece komşuları ve park edecek yer bulma sorunu oluyor.

Kız kardeşi ile bir sohbetlerinde kardeşi ona, “Beraber büyüdük ama sen hemen bırakıp gittin,” diyor. Yine başka sahnelerde Fern’le flört eden Dave karakterini görüyoruz. Dave ve Fern’ün yolları bu göçebe hayatta ara ara kesişiyor. Ancak bu buluşmalar bir ilişkiye dönüşmüyor. Dave yerleşik hayata geçmeyi tercih ediyor. Fern’ü de davet ediyor. Yumuşak bir yatak ve bir konuk evi vadediyor. Ancak Fern onu bırakıp sert yataklı karavanıyla tekrar yollara düşüyor. Yani aslında Fern doğduğundan beri özgür bir ruh taşıyor. Onu hayatı boyunca bağlayan tek şey aşık olduğu kocası Bo olmuş. Bo istediği için uzun yıllar yerleşik hayatta tek bir şehirde yaşayabilmiş. Fern’ün hayatta bağlı olduğu tek erkek Bo filmde hiç yer almasa da Fern’ün hikâyesi için en temel unsurlardan biri.


Film yedi farklı eyalette, dört ayda çekilmiş. Bu süre zarfında Frances McDormand gerçekten bir göçebe gibi yaşamış. Göçebelerin çalıştığı işlerde gerçekten çalışmış, bir süre yardım etmiş onlara (filmde de izlediğimiz Amazon’daki paketleme işi gibi). Amazon’un göçebe topluluğuna en çok faydası olan iş yerlerinden biri olduğu söyleniyor. Hatta sırf bu geçici işçi alımı için CamperForce isimli bir program bile yaratmışlar. CamperForce, yılın yoğun zamanlarında ve sürekli işçilerin çoğunun izin almak istediği özel günlerde hem işlerin aksamasını engellemek hem de göçebe topluluğa fayda sağlamak adına oluşturulmuş 2011’de. Burada çalışan göçebeler saat başı yaklaşık 15 dolar alıyormuş ve dört-beş günlük çalışmayla birkaç aylık masraflarını çıkartıyorlarmış. Böyle olunca Amazon, bu göçebe topluluğu için en temiz ve de kârlı işlerde başı çekmeye başlamış. Çünkü alternatifleri arasında yol kenarındaki benzinliklerin tuvaletlerini temizlemek ya da fast food dükkanlarının mutfağında düşük bir ücret karşılığı çalışmak var.

Zhao’nun yönetmenliği ve atmosfer kurma becerisi ne kadar iyiyse, Frances McDormand’ın performansı da o kadar iyi, hatta daha iyi. Filmin, tüm bu özellikleri bir yana, McDormand’ın oyunculuğu bir yana... Filmin belgeselvari anlatımına uyan, gerçek hayattaki hikayeleriyle filmde yer alan diğer oyuncuların yanında hiç sırıtmayan, hatta onlardan daha gerçek gelen, inanılmaz bir performansla karşı karşıyayız. Bu başarılı performans, filmin bütün dertlerine, söylemlerine ve hatta atmosferine bile yardımcı oluyor. McDormand hem çok özverili hem de oldukça cesur bir performans sergiliyor. Fern karakterinin özgür ruhunu yansıtan birçok oyunculuk detayı var. Bu rol için McDormand’dan başka bir oyuncu düşünmek mümkün değil. Yalnızca McDormand gibi dirençli bir oyuncu bu karakteri yüklenebilir gibi geliyor. Başrolünde Frances McDormand değil de başka biri olsaydı bu kadar etkileyici olur muydu, ondan emin değilim. Nomadland’in anarşist, feminist ve özgürlükçü ruhuna bu kadar yakışacak da çok az oyuncu vardır. McDormand, Oscar törenine makyaj dahi yapmadan gelip her defasında oyunculuğun ve aslında yüklendiği misyonun ne kadar önemli olduğunu kafamıza kakarken de Fern ile çok ayrık düşmüyordu diyebilirim. Bu kadının kanında aynı Fern gibi özgürlük ve bağımsızlık akıyor.


Elbette, bunların toplamını alıp, yanına Joshua James Richard’ın sinematografisi ve Ludovico Einaudi’nin müziklerini koyunca ortaya sanatsal güzel bir film çıkıyor. İtalyan besteci Ludovico Einaudi imzalı besteler de Fern’ün ve tüm temsil ettiklerinin duygu dünyasına giriş noktasında bir anahtar işlevi görüyor ve Nomadland’in dramatik yapısının güçlendiren unsurlardan birisi oluyor. Nomadland’ın yapımcılığını da üstlenen McDormand ile Zhao’nun filmi küçük bir teknik ekiple mümkün olduğunca doğal ışıkta çekmeleri eklenince benzersiz bir doğallık ve gerçeklik duygusu oluşmuş.

Cholé Zhao bu filmde özgür ruhlu bir karakterin göçebe hayatını ve ekonomik adaletsizliğe karşı bir başkaldırıyı anlatıyor. Bu temaları oldukça sabırlı bir anlatımla bütünleştirip, olabilecek en doğal ve gerçek şekliyle görsele dökerek özgün bir tarzın peşinde koşuyor. Görseller de tıpkı hikâye gibi olabildiği kadar doğal. Neredeyse hiç yapay ışık görmüyoruz. Görüntü yönetmeni Joshua James Richards ve Zhao ortak bir yolda buluşmuş gibiler. Filmleri beraber çekiyorlar. Nomadland’in çoğu sahnesi gündoğumu ve günbatımı vakitlerinde geçiyor. Soğuk tonların hakim olduğu filmde, gün değişim saatleri görüntülerde müthiş renkler ortaya çıkarıyor. Doğa görüntüleri, karakterleri yakından hissetmemizi sağlayan kamera kullanımı ve geniş açıyla verilen mekan tanıtımları ortaya müthiş görsellikler de çıkarıyor. Chloé Zhao, Nomadland’da hiçbir sahneyi süslemeye çalışmamış, olduğu gibi belgelemiş sadece. Belgesel tarza yakınlık ise filmin gerçekçiliği destekleyen en büyük unsuru. Bu filmin türü için belgesel diyecek izleyicilere asla itiraz edilemeyecek derecede ön planda olan bu anlatımı, özellikle kendini oynayan ve hayatından kesitleri aktaran kişilerin monolog ya da diyaloglarında bulmak mümkün. Bu gerçekliğin içinde bir kurmaca filmden ziyade, göçebe hayatı yaşayan insanların yaşantısını öğrenmek ve onlarla bir bağ kurmak son derece mümkün.

Sonuç olarak, kriz sonrası Amerika’sının hiç bilmediğimiz bir oluşumuna ışık tutan belgesel tadındaki bu minimalist film, günümüzün en başarılı oyuncularından Frances McDormand’ın da desteğiyle, bağımsız ve isyankar ruhuyla ön plana çıkıyor. Bu film için, karavanlarını kendilerine ev yapıp, kaplumbağa misali yuvalarını yanında taşıyanların, hiçbir yere kök salamayanların hikayesi de diyebiliriz.Yalnızlık filmin en çok verdiği duygulardan biri, varlığını hep hissettiriyor. Ama hiçbir şekilde ajitasyona girmeden ama göğsümüze büyük bir yumruk atarak film bitiminde hayatı sorgulamamıza neden oluyor.

 

Geçtiğimiz haftalarda Nomadland’in senaryosu yayınlanmıştı. Senaryoyu indirmek için buraya tıklayabilirsiniz.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

FLEABAG HAKKINDA BİLMENİZ GEREKEN 11 DETAY

PEAKY BLINDERS HAKKINDA BİLMENİZ GEREKEN 15 DETAY

THE LORD OF THE RINGS: THE RETURN OF THE KING İNCELEMESİ

MARTIN SCORSESE'E GÖRE MUTLAKA İZLENMESİ GEREKEN 25 FİLM

THE LORD OF THE RINGS: THE TWO TOWERS İNCELEMESİ

21. YÜZYILIN EN İYİ 30 OYUNCU PERFORMANSI

QUENTIN TARANTINO / AUTEUR YÖNETMENLER -2-

HER İNCELEMESİ

SİNEMA VE FELSEFE SEMPOZYUMU

CHRISTOPHER NOLAN “SİNEMANIN ALTIN ÇOCUĞU” / AUTEUR YÖNETMENLER -1-